İnsan
evrende yer aldığından beri çeşitli evrelerden geçmiş, çeşitli sıkıntılar
yaşamış, çeşitli ödüller almış olmasına karşın vaz geçemediği tek şeyin “nankörlük”
olduğunu yaşanan bir takım olaylardan anlayabiliyoruz.
Ahlak genel
anlamıyla ne yaptığını, ne dediğini, ne dendiğini, ne yapıldığını, nasıl
olması, nasıl söylenmesi, nasıl davranılması gerektiğini öğreten bir yol ve
yöntem biçimidir diyebiliriz.
Örnek olarak
kibirlenerek küçümsemek ahlak yoksunluğunun, küçümsenmekse ahlaki çöküşün
göstergesi değil midir?
Kim, kimi,
neden küçümser ya da neden küçümsenir ki?..
Bunu
yapanların çoğunluğunun temel evrensel değerlere inandığını söylemesi ama
söylenenin tam aksini yapması net bir gösterge değil midir?
Burada, yine,
bize bu değerleri eksiksiz öğreten kaynağa başvurmak gereksinimi doğmaktadır.
Ve şöyle
denmektedir:
Rahman ve
Rahim olan Allah’ın adıyla;
“Vaktiyle
biz, İsrailoğulları’ndan: Yalnızca Allah'a kulluk edeceksiniz, ana-babaya,
yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara iyilik edeceksiniz diye söz almış ve
«İnsanlara güzel söz söyleyin, namazı kılın, zekâtı verin» diye de emretmiştik.
Sonunda azınız müstesna, yüz çevirerek dönüp gittiniz.” Bakara: 83
Bu tespit
kabul etseniz de, etmeseniz de “eskinin masalları” değil, gerçeğin ta kendisi
olarak hala hükmünü devam ettirmektedir, insanlık var oldukça ettirecektir de!
Öyleyse
nasıl olması gerekir?
Başlangıç olarak
yukarıda sayılan yanlışlarımızı düzelterek işe başlamak akıllıca olur diye
düşünmekteyim.
Okumuş ya da
duymuşsunuzdur “kibrin” insanı hangi tamir edilemez sonuçlara götürdüğünü.
Bilinen bir
gerçek, tiyatrolarda perde kapanınca oyun biter ama, insan yaşamında durum
farklılaşır ve “ikinci sahne” başlar!
“Göz
perdesinin” ortadan kaldırılmasıyla ortaya çıkan durumdan duyulan “pişmanlık”
geçersizdir.
Çünkü o ana
kadar yok saydığınız birçok gerçek artık “gözünüzün önündedir”!..
Teşbihte
hata olmasın, “yok öyle yağma Hasan’ın böreği” deyimi tamda burada anlamını
yüceleştirir.
Yine bugün
insanların neredeyse aynı aile fertleri diyebileceğimiz şekilde birbirlerinin
kuyusunu kazması, çekişmeden öte birbirlerinin canlarına kast etmesi de sorunu
büyütmektedir ve şöyle yol gösterilmektedir:
Rahman ve
Rahim olan Allah’ın adıyla;
“(Ey
İsrailoğulları!) Birbirinizin kanını dökmeyeceğinize, birbirinizi
yurtlarınızdan çıkarmayacağınıza dair sizden söz almıştık. Her şeyi görerek
sonunda bunları kabul etmiştiniz.” Bakara: 84
Dikkat edilirse “söz vermek ve görerek kabul etmeye” vurgu
yapılmaktadır.
Bu tip davranış şekli aslında var olan bir hastalığında ipuçlarını
vermektedir.
İnsanın yapısı gereği içine düşebileceği “talihsiz” bir durumdur.
Kurtulabilmenin çözünü ise şöyle gösterilmektedir:
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla;
“Allah'a
ibadet edin ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya, akrabaya, yetimlere,
yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolcuya, ellerinizin
altında bulunanlara (köle, cariye, hizmetçi ve benzerlerine) iyi davranın;
Allah kendini beğenen ve daima böbürlenip duran kimseyi sevmez.” Nisâ: 36
Rahatsızlığın
önüne geçmek içinde şu yolları önermektedir.
Rahman ve
Rahim olan Allah’ın adıyla;
“Şüphe yok
ki Allah zerre kadar haksızlık etmez. (Kulun yaptığı iş, eğer bir kötülük ise,
onun cezasını adaletle verir.) İyilik olursa onu katlar (kat kat arttırır),
kendinden de büyük mükâfat verir.” Nisâ: 40
“Onların
fısıldaşmalarının birçoğunda hayır yoktur. Ancak bir sadaka yahut bir iyilik
yahut da insanların arasını düzeltmeyi isteyen (in fısıldaşması) müstesna. Kim
Allah'ın rızasını elde etmek için bunu yaparsa, biz ona yakında büyük bir
mükâfat vereceğiz.” Nisâ: 114
“(Resulüm!) Sen af yolunu tut, iyiliği emret
ve cahillerden yüz çevir.” A’râf: 199
Dikkat edilirse “af ve iyilik yolunu tutmayan, iyiliği etmeyenlerin,”
cahil olduğunu ve yüz çevrilmesi gerektiği emredilmektedir.
“Cahillik ya da cahilce” davranışlar övünülecek işlerden de değildir…
Devamında da “Allah’ın ve iman edenlerin, inananların en büyük düşmanı”
olan Şeytan’ın fitnelerine dikkat çekilmektedir.
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla;
“Eğer
şeytanın fitlemesi seni dürterse hemen Allah'a sığın. Çünkü O, işitendir, bilendir.”
A’râf: 200
“Muhakkak ki
Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder, çirkin işleri, fenalık
ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.” Nahl:
90
“O halde
sen, akrabaya, yoksula, yolda kalmışa hakkını ver. Allah'ın rızasını isteyenler
için bu, en iyisidir. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” Rûm: 38
Kısacası gösterilen bu yolların kaçına yüzde itibariyle “var”
diyebilirsiniz?
Ahlakın yasaklarına gelince:
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla;
“Ey müminler! Bir topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın. Belki de
onlar, kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da kadınları alaya almasınlar.
Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kendi kendinizi ayıplamayın,
birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fâsıklık ne kötü bir
isimdir! Kim de tevbe etmezse işte onlar zalimlerdir.” Hucurât: 11
“Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı
günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerinizi arkasından
çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte
bundan tiksindiniz. O halde Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul
edendir, çok esirgeyicidir.” Hucurât: 12
Yani söz söylerken ve davranış gösterirken bunları dikkate almak gerek
birey, gerekse toplumsal anlamda büyük faydalar sağlar.
Kini, öfkeyi ortadan kaldırıp, sevgiyi, iyi geçinmeyi ve gönül
kazanmayı netice verir değil mi?
Öyleyse bunu yapmayı engelleyen nedir?
Hiç kendinize sordunuz mu?..
Sahi siz kendinizi evrenin sahibi mi, konuğu olarak mı görüyorsunuz?
Oysa Mülkün, makamın, mevkiinin, izzetin, şerefin, kudretin… tamamı
herkesi yoktan var edene ait değil mi?
İnsan kendisine ruhsat verildi diye geri alınmayacağını, alınmasa dahi hesaba
çekilmeyeceğini mi sanıyor yoksa?
Ahlak bunların sahibini bilmek ise, ahlaksızlık kibirlenip böbürlenerek
tersini yapmak değil midir?
O zaman vah ki, ne vah!..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder