İnsanlık tarihinde öyle olaylar vardır ki günümüzde bile
tekrardan ibaret olmasın.
İnsanın sürüklendiği bu açmazların yolunu bilgisizlik,
araştırmama, günü gelince sorguya çekileceğini bilememe hallerinin yattığını anlayabiliyoruz.
Günümüzün hastalığının başında gelen sıkıntı ise
anlatımların anlatıldığı devir ve kişilerine “postalanarak” gerekli derslerin
alınmaması ya da alınmak istenmemesini söyleyebiliriz.
Örneğin ilk var edilen olan Adem (as), Şeytan tarafından
tuzağa düşürülerek onu sıkıntıya sokmasının günümüzde de olduğunu üzülerek
belirtmek gerekir ki çoğunlukla bilinmediğini yaşanan olaylardan
gözleyebiliyoruz.
Daha sonraki gelişmeler ise hayli ilginçlikler içermektedir.
Belli bir orana yükselen insan sayısı artınca verdikleri
sözle yaptıkları eylemlerin taban tabana zıt olduğunu şuradan anlamak mümkün:
“Kendilerini uyaracak bir peygamber geldiği takdirde,
milletler içinde, hidayette en ileri derecede yer alacaklarına dair var güçleri
ile yemin ettiler. Ama kendilerine bir peygamber gelip uyarınca bu, onların
sadece nefretlerini artırdı. Sebebi ise: dünyada sırf böbürlenip büyüklük
taslamak ve bir de kötü bir tuzak kurmak istekleriydi. Halbuki kötü tuzak,
sadece hazırlayanın ayağına dolanır, sadece onu perişan eder. Onlar daha
öncekilerin uğradıkları feci akıbetten başka bir şey mi bekliyorlar? Sen
Allah’ın nizamında hiçbir tebdil, hiçbir değişiklik bulamazsın!”(Fatır,
35/42-43).
Ve en belirgin özelliğin, uygulanan sistemin hiçbir şekilde
düzeltme veya değişikliğe uğramadığını da anlatmaktadır.
Birde ister geçmiş zamanda olsun, isterse günümüzde olsun “kötü
tuzak, sadece hazırlayanın ayağına dolanır, sadece onu perişan eder,” denilerek
insanın bu kötü halden vaz geçmesi “öğütlenmektedir!”
Şimdi bunlar var olsa bile, uyan var mı?
İşte size can alıcı bir soru.
Çevreye baktığımızda maalesef pek olumlu yanıt veremiyoruz.
Dünya hayatı öyle kişiyi çevirip çevreliyor ki, adeta
etrafını duman kaplamışçasına görme, gürültülü ortamda kalmışçasına işitme,
kalp ameliyatında yatılan yoğun bakım odasında kalmışçasına hislerini kaybetmiş
gibi davrananların çokluğuna şaşırıyorsunuz.
Peki, bu hal sürekli sürüp gider mi?
Pek mümkün değil!..
Vakti saati gelince bütün direnmelere rağmen “Hak” tecelli
ediyor ve bütün bu tatlı izzeti ikramlar sona eriyor.
Yaşasın ve gelsin “Hak ve hakikat” kalemleri…
Yapılan işler iyi veya kötü “şeritten geçerek” izlemenize
açılıyor ama, geri dönüşü yok ki!..
Yukarıda ki adı geçen sürenin ilgili bölümlerinde belirtiği
gibi; “geri dönmek istenmesine mi, yoksa daha önce olunamayan iyiliğin tekrar
dönülmesi halinde yapılacağına dair sarf edilen sözlere mi, en acısı da hiç
yardımcılarının olmayacağına dair yapılan sert ikazlara mı?”
Muhatap olmak istersiniz…
Aklı başında olan bunların hiç birini arzu etmez diye
düşünmekteyim.
Eğer sağlığı yerindeyse elbette…
Konumuzu şu dikkat çeken tespitle noktalayalım.
İnsan iradesini saf dışı etmek isteyen anlayışa da iyi bir
örnektir.
“Eğer Rabbin dileseydi bütün insanları hakta ittifak eden
bir tek ümmet yapardı. Fakat O bunu irade etmediğinden ittifak etmemişlerdir ve
işte böylece ihtilaf eder vaziyette devam edeceklerdir. Ancak Rabbinin
lütfederek hakta birleşmeyi nasib ettiği kimseler bunun dışındadır. Esasen O,
insanları bunun için yaratmıştır. Böylece, Rabbinin “Ben cehennemi, bütün cin
ve insanlardan müstehak olanlarla dolduracağım.” sözü gerçekleşecektir.”(Hud,
118-119
Bu isteksiz ve iradesizlik yüzünden de:
“Allah dileseydi sizin hepinizi bir tek ümmet yapardı.
Lâkin O, dilediğini şaşırtır, dilediğini doğru yola iletir. Şu kesin ki sizler
bütün yaptıklarınızdan sorguya çekileceksiniz.”(Nahl, 16/93).
Kısacası tuzaklar bu yüzden boşa çıkar ve yapanın ayağına
dolaşır vesselam…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder