Kimi söyleşilerde rastlamış olabilirsiniz.
Kişi kendisini tanımlarken “yaratana karşı sevgisini” anlata
anlata bitiremez.
Ama iş ona kavuşmaya gelince “çarklar” çalışmaya başlar.
“Fırıldak mı?”
Yanında sönük kalır!..
Dönme hızına bırakın yaklaşmayı, yakalayamaz bile…
İnsan denen canlı tuhaflıkları da beraberinde bulundurur.
Örneğin kendi eliyle yaptığı bir şeyin karşısında saatlerce
bakınır ve kendisinin ne kadar maharetli olduğunu sayıklayıp durur.
Oysa aynaya baksa, değil şaşkınlık, yaptığının belki de
kendi var ediliş sanatı karşısında bir “hiç” olduğunu kavrayabilir.
Örnek kendi icadı konuşamaz, düşünemez, yürüyemez, aç tok
halini bilmez, en önemlisi de yapanın yardımına muhtaçtır!
Ağaçsa yaksanız “neden beni yakıyorsun” diyemez.
Metalse “paslandım, duş alayım” diyemez.
Kısacası yardımına hep siz koşmak zorundasınız!
Hani insanın bu nasıl sanat ürünü diyesi geliyor…
Burada “yeteneği inkar değil,” karşısında el pençe divan
durulmamasından söz ediyorum!
Yine örnek vermek gerekirse taştan insan yontma sanatını
bilmeyen yok gibidir.
Ama suret ne kadar insana benzese de kaynağı “taştır!”
Ancak Ad ve Semud kavimleri “duydukları çığlık üzerine”
oldukları yerde “taşlaşıverdiler.”
Yani görüldüğü gibi bu sanat denen metaın kaynağı orada da “doğal
olarak” görülebilmektedir.
Arkeolojik kazıları duymuşsunuzdur, bolca bulunmaktadır
dünyanın çeşitli yerlerinde.
Bunlardan neden söz ettiğimi merak edebilirsiniz.
Konumuz sevgi üzerine diye başlamıştı.
İşte sahte sevgi gösterilerinin bilinen sonuçları böyledir,
onu anlatmaya çalıştım.
Gerçek sevgi mi?
O, bambaşkadır!
Yar ile yarenin birlikteliğidir çünkü.
Aynı zamanda sade ve reklamsızdır.
Onun için kıymetlidir zaten…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder