15 Mart 2016 Salı

Yaşam akışının değişmezleri

Bilinen bir gerçek olan insan yaşamı sınırlı bir zaman dilimi arasında süren ve zamanı gelince biten bir yapıdır diyebiliriz.
Hani meşhur bir kuram olan “her canlı doğar, büyür, yaşar ve ölür” şeklinde tanımlanır.
Yaşam serüveni de doğumla birlikte akışını başlatır ve ta ki bitene kadar sürüp gider.
Bu yaşam içinde insan halden hale girer ve alabildiği eğitime göre ya doğru yargılarla veya yanlış yargı ve tanımlamalarla yaşamaya devam eder.

Canlılar içinde insan “hayvansal özelliklerden” aklı sayesinde farklılık gösterir ama bazen yaptığı iş ve tercih ettiği kararlarla ondan daha aşağı noktalara da yolculuk yapabilir.
Genel kabul görmüş ilkelere göre yaşamını düzenleyenlere iyi, bunun dışına çıkanlara ise kötü dendiği bilinen bir gerçektir.
Fakat burada bilinmesi gereken ise genel kabul görmüş ilkelerin ne kadar doğru olduğu, hangi verilere dayandığı, neden bu algı biçiminin oluştuğu araştırılması gereken önemli konular arasındadır.
Ayrıca her toplumun, her topluluğun temel aldığı değer sistemleri farklıdır.
Bir taraf “teolojik ağırlıklı” söylemle beraber beşeri yaşantıyı yaşamın bir parçası sayarken, bir diğeri “teolojik konuları” olması gerektiği kadar şeklinde algılayıp aşırılığı reddeder, üçüncüsü de tamamen “teolojik konuların dışında” tıpkı hayvansal davranış tarzına benzer bir yöntemi benimseyerek yaşamını sürdürmek ister.
Adına da “doğal yaşam” denilebilmektedir.
Son grup ise “orta yol” denen sistemi benimser ve hangi konu yaşam da ne kadar yer alması gerekiyorsa o olmalıdır der!
İnanç sistemi ne olursa olsun temel yapılar bakımından dördüncü grup öne çıkar.
Objektiflik üst düzeydedir.
Sübjektif tanımlar yok denecek kadar azdır.
Çünkü gerçekten de insan “ruh ve ceset bütünlüğünden” oluşan bir yapıyı yansıtır.
Akıl bu yapının olmazsa olmazıdır.
Ancak her zaman doğru yönü gösterdiği söylenemez.
Kutsal “öğretilere gereksinim” duyar.
Çünkü bu yönden son derece “açtır!”
Tam olarak bulunamadığında ise karşımıza tutum ve davranışları farklılaşmış insan tipleri çıkar.
Örneğin manevi oluşumu tamamlanmamış bir akıl olgusunda “vicdan” yok denecek kadar azdır, acımasızdır.
Özünün içinde bulunduğu karmaşıklık diline yansır ve söylemleri ham, bozuk, hakaret ve küfre yatkındır.
Kutsal değerlerde sade yaşam teşvik edilirken, bunun tam aksi bir görüntüyle “görkem” böyle insanlar için vazgeçilmezdir.
Benimseme, narsisizm, egoizm ve aç gözlülük dürtüsü yadsınamayacak kadar güçlüdür.
Ortada yanan gaz lambası gibi bütün canlıların onun etrafında dönmesi kendisine göre onun bir hakkıdır ve kendisi bulunmaz gözde kumaştır.
Hiçbir yanlışı kabullenmemesi ise başlı başına “nöroloji”  dalına giren hastalık halini yansıtır.
Bunların hepsini istese de bir gün bırakıp gidecektir insan, ardını bile toparlayamadan.
Bırakacağı iyilik veya kötülük olacaktır, ne yazık ki.
Canı yananlar haklı olarak feryat ederken, can yakanlar “pişkinlikle” leş bulmuş “köpek gibi” sırıtabilmektedirler.
Kaybolan insanlık değerlerini tekrar geri getirmek oldukça zor bir iştir.
Böyleleri “insan görünümlü mahluktur” artık!
Unutmayın, ecel bir yazıdır, değişmez.
“Her nefiste ölümü tadacağına göre…”
Bugün nefes alıp veriyor olmanız tanışmayacağınız anlamına gelmez!
Göreceksiniz…

Not: Son saldırıda hayatını kaybedenlere Allah'tan rahmet, yaralılara acil şifa ve hepsinin yakınlarına sabır diliyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

"Tanrıya yakın olmak?"

  Kimi sitelerin köşelerinde rastlamanız mümkündür; "Tanrıya yakın olmak ister misin?" şeklindeki reklamlara.    Doğruya inandıkta...